‘İzlediğimiz filmleri anlıyor muyuz? Soruyu şöyle de sorabiliriz: Anla­maya değer filmleri mi izliyoruz?’

Haftanın son gününde hep filmlerden bahseden biri olarak biraz da bu filmlerin incelemesinden bahsetmeye ne dersiniz? Aynı zamanda bu kitap filmlere bakış açımızı değiştirecek desem yorumunuz ne olur? Bu sorulara cevaplarınız olumluysa bu akşamın kitabı olan ‘Bir Film Nasıl Okunur?’ kitabına bakabiliriz.

Öncelikle kitabın bendeki baskısı çok eski ama Alfa Yayınları’ndan şu anda da baskısı mevcut. Aynı zamanda kitabımızın yazarı James Monaco’dur ve aslında kitabımız bize sinema, medya ve multimedya dünyası hakkında bize bilgi verir. Peki bu bilgileri nasıl veriyor? Monaco, filme birçok farklı noktadan bakıyor; sanat ve zanaat, duyarlılık ve bilim, gelenek ve teknoloji. Filmin roman, resim, fotoğraf, televizyon, hatta müzik gibi diğer anlatı ortamlarıyla olan yakın ilişkisini inceledikten sonra filmlerin nasıl anlam ifade ettiğini ve daha da önemlisi bir filmin ne olduğunu en iyi nasıl ayırt edebileceğimizi anlamak için gerekli unsurları tartışıyor. Sinemayı ve filmleri seven biri olarak bu kitap benim için son derece önem arz ediyor diyebilirim. Eğer siz de farklı tarzda kitapları okumayı seviyorsanız ve filmlerle alakalı merakınız varsa bu kitaba da bir bakın derim.

Mutlu, sağlıklı ve huzurlu bir akşam olsun 🙂

‘Yanlış Numara’

Haftanın en film izlemelik gününde hem eğlenceli hem de size bir şeyleri sorgulatacak bir filmden bahsetmeye ne dersiniz? Aynı zamanda bu film diğer bahsettiğim filmlerden biraz farklı desem yorumunuz ne olur? Bu sorulara cevaplarınız olumluysa bu akşamın filmi olan ‘PK’ filminden bahsedebiliriz.

Öncelikle filmimiz 2014 yapımıdır ve bilim-kurgu, komedi türündedir. Peki bu filme ilginç dememizin sebebi nedir desek konu olarak cevabını verebiliriz. Peki bu filmin konusu nedir? P.K, başka bir gezegenden gelen bir yabancının tanrıyı bulma çabasını konu ediyor. … Başka bir galaksiden gelen Peekay’ın; gerçek tanrıyı aramasını konu edinen film izleyenini karakterinin bu arayışı üzerinden felsefik yolculuklara çıkarırken, aşk ve hayat dolu sıcacık bir hikayeye odaklanır. Bu konuyu işlerken de farklı bir tarz kullanır ve bu sayede asla sıkılmayız. Farklı tarzlarda filmleri izlemeyi seven biri olarak Hint filmleri ailesine bu şekilde girdim ve son derece başarılı bir film olduğunu söylemeliyim eğer siz de bu tarz filmler izlemek istiyorsanız bu filme de mutlaka bakın derim.

Mutlu, sağlıklı ve huzurlu bir akşam olsun 🙂

‘Efendiler! Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz’

Haftanın beşinci gününde günün anlam ve önemine ait bir kitaptan bahsetmeye ne dersiniz? Aynı zamanda bu kitap herkesin okuması gereken bir kitap desem yorumunuz ne olur? Bu sorulara cevaplarınız olumluysa bu akşamın kitabı olan ‘Nutuk’tan bahsedebiliriz.

Önceki kitabın bendeki baskısı Can Yayınları’na ait. Kitap aslında Mustafa Kemal Atatürk’ün 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Cumhuriyet Halk Fırkası kongresinde bizzat okuduğu büyük Nutuk’un kitap haline getirilmesidir. Kitabın ayrıntılarına bakacak olursak eğer Nutuk’un Arap harfli ilk baskısının metni 627, belgeleri ise 303 sayfaydı. 1934 yılındaki ilk Latin harfli yayını belgeler dâhil üç cilt yapılmış, Milli Eğitim Bakanlığı daha sonraki baskılarda eseri çoğunlukla üç cilt halinde yayımlamıştı. Türk klasiklerini okumayı seven biri olarak bu önemli eseri de hem kısaltılmış haliyle hem de daha geniş haliyle okudum. Bununla birlikte herkesin de mutlaka okuması gerektiğini düşünüyorum. Eğer siz de bir yerden başlamak istiyorsanız öncelikle bu kitabı okuyun derim.

Cumhuriyet Bayramı Kutlu Olsun 🙂

‘Ahtapottan Öğrendiklerim’

Haftanın dördüncü gününde ilgi çekici bir belgeselden söz etmeye ne dersiniz? Aynı zamanda bu belgeselin içi de son derece aksiyon dolu desem yorumunuz ne olur? Bu sorulara cevaplarınız olumluysa bu akşamın filmi olan ‘Ahtapottan Öğrendiklerim’ e bakabiliriz.

Öncelikle filmimiz 2020 yılı yapımıdır ve bir ahtapot ile bir insan arasında ne kadar güçlü bir bağ olabileceğini bize anlatıyor diyebiliriz. Peki bu anlatımı nasıl gerçekleştiriyor ve nerede işleniyor? Cape Town’da yaşayan Craig Foster zor zamanların ardından kendini denize veren bir belgeselci. Bir Yosun Ormanı’nda dalarken bir ahtapotla karşılaşıyor. Daha sonra bu ahtapotla arkadaş oluyorlar. Foster bir yılı aşkın bir süre her gün ve hatta geceleri gidip ahtapotu ziyaret ediyor. Her gün ahtapotun hayatındaki farklı olaylara tanık oluyor. Avlanması, yüzmesi, balıklarla oynaması ve buna benzer birçok alandaki konular gibi. Normalde belgesel türüne biraz daha mesafeli yaklaşan biri olarak bu filmi izlerken okyanusun en derinine inmek o aralarındaki derin dostluğu görmek beni çok etkiledi diyebilirim. Aynı zamanda film içerisindeki renkler ve çekim açıları da son derece etkileyici diyebilirim. Eğer siz de bu tarz bir belgesel izlemek istiyorsanız bu filme de mutlaka bakın derim.

Mutlu, sağlıklı ve huzurlu bir akşam olsun 🙂

“Güçlü toplumların dilleri gelişip yaygınlaşır, zayıf toplumların dilleri ise yok olur; yani onların yerini yabancı diller alır.”

Haftanın dördüncü gününde diğer günlerde olduğu gibi farklı bir kitaptan bahsetmeye ne dersiniz? Aynı zamanda bu kitaptan da yine son derece ilgi çekici bilgiler öğreneceksiniz desem yorumunuz ne olur? Bu sorulara cevaplarınız olumluysa bu akşamın kitabı olan ‘Dilin Tarihi’ kitabından bahsedebiliriz.

Öncelikle kitabımız İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkmaktadır ve yazarı da Steven Roger Fischer’dır. Peki bu kitapta ne anlatılmaktadır? Doğada görülen en büyüleyici yeteneğin, sıradan ve benzersiz bir becerinin, yani dilin hikâyesini anlatan Dilin Tarihi, bilinen ya da gün yüzüne çıkarılan insan dillerindeki değişikliklerin formel ve teknik anlatımıyla yetinen geleneksel dilbilim tarihi eserlerinden çok farklı bir kitap. Eserde sırasıyla bütün hayvanların dillerinden primat dillerine, genel olarak Homo Sapiens’lerin dilinden insan dillerinin büyük ailelerine, özgül dil ailelerinden yeni küresel toplumun dil kullanımına, internetle birlikte değişen iletişim teknolojisinin dil üzerindeki etkisine ve günümüzde “dünya dili” konumuna giderek yaklaşan İngilizcenin muhtemel geleceğine kadar geniş bir konu yelpazesi üzerinde duruluyor. Hem okuduğum bölümden dolayı hem de araştırmayı sevdiğimden dolayı bu kitabı da son derece severek okudum diyebilirim. Aynı zamanda kitabın dilinin de son derece akıcı olduğunu söyleyebilirim. Eğer siz de bu tarz kitapları seviyorsanız bu kitaba da mutlaka bakın derim.

Mutlu, huzurlu ve sağlıklı bir akşam olsun 🙂

‘Vol-i’

Haftanın ikinci gününde eğlenceli animasyon filmlerine dönmeye ne dersiniz? Aynı zamanda bu film son derece eğlenceli desem yorumunuz ne olur? Bu sorulara cevaplarınız olumluysa bu akşamın filmi olan ‘Vol-i’ filmine bakabiliriz.

Öncelikle filmimizin vizyon yılı 2008’e aittir ve son derece eğlenceli bir animasyon filmidir. Film animasyon filmi olup çocuklar için gibi gözükse de verdiği mesaj bütün yaş kesimlerine hitap ediyor diyebiliriz. Peki bu mesaj hangi hikayeyle verilmiştir? Harap edilmiş, kirli ve kuru bir dünyada hikâye başlar. Yüz yıllar önce bütün insanlar, çevrenin kesintisiz kötü kullanımı yüzünden yaşanamaz hale gelen dünyayı BnL (Buy n Large) isimli bir mega şirketin inşa ettiği uzay gemileri ile terk etmiştir. Vol-İ dünyayı temizlemek için üretilmiş bir robottur. İnsanlar bir gün dünyayı terk etmek zorunda kalırlar ancak giderken tüm robotları kapatmışlardır, Vol-İ dışında. Gezegende bir başına kalan Vol-İ yüzyıllar boyunca gezinir durur. Ancak bir gün gezegene Eve adında bir arama robotu gönderilir. Vol-İ Eve’e âşık olur; 700 yıl öncesinden kalma plazma televizyonunda 1969 yapımı Cici Kız(Hello, Dolly!) filmini izlerken yaşadığı hislerinin aynısını duyar. Vol-İ ile Eve galaksiler arası bir macera yaşarlar. Filmdeki insanlarsa Axiom adlı gemide yaşarlar ve küçük çocuklara harfler öğretilirken “A is for AXIOM Your Sweet Home (A harfi AXIOM’un A’sıdır, Sizin Güzel Eviniz)” olarak öğretilmektedir. Axiom adlı geminin ilk kaptanı Captain Reardon’dur (2105-2248); en son kaptanı ise Captain B. McCrea (2775 – ) olmuştur. Bir koltukta, yıllarca hareketsiz duran tembel ve obez insanlar yan yana otururken dahi birbirlerinin yüzüne bakmadan bir ekran aracılığıyla iletişim kurarlar. Burası insanların yiyecekleri yemekten giyecekleri renge kadar her şeyin yönetildiği otomatik bir gemidir. Burada insanlar obezite sorunları yaşamaktadırlar. Geleceğin daha önce hiç hayal edilmemiş vizyonlarını içeren bu filmde Vol-İ’ye, aralarında bir hamamböceği ile bozuk robotlardan oluşan kahraman ruhlu bir topluluğun da yer aldığı ilginç karakterler eşlik eder. Eğlenceli animasyon filmlerini seven ve birçoğunu takip eden biri olarak bu filmi de son derece severek ve isteyerek izledim diyebilirim. Eğer siz de mesaj içeren bu tarzlarda filmleri seviyorsanız bu filme de mutlaka bakın derim.

Mutlu, sağlıklı ve huzurlu bir akşam olsun 🙂

‘Dilin Aynasından’

Haftanın ilk gününde yine bir araştırma ve inceleme kitabından bahsetmeye ne dersiniz? Aynı zamanda bu kitabın içinde de yine ilgi çekici bilgiler yer alıyor desem yorumunuz ne olur? Bu sorulara cevaplarınız olumluysa bu akşamın kitabı olan ‘Dilin Aynasından’ dan bahsedebiliriz.

Öncelikle kitabımız Metis Yayınları’ndan çıkmaktadır ve yazarı da Guy Deutscher’dir. Kitabın adından da anlaşılacağı üzere kitapta dille alakalı şeyler anlatılmaktadır. Peki bunlar nasıl anlatılmaktadır? Dil ile düşünüş tarzı arasındaki bağlantı, dilbilimcileri uzun zamandır meşgul eden bir mesele. Diller zihne birtakım kısıtlamalar getirir mi? Bir kavramın bir dildeki varlığı ya da yokluğu, o dili konuşanların bu kavramı anlama yetisini nasıl etkiler? Her kavram her dilde ifade edilebilir mi? Farklı diller dünyaya dair farklı algılar mı yaratır? Bir toplumun diliyle kültürü arasında nasıl bir ilişki vardır? Bütün diller eşit karmaşıklıkta mıdır?Dilbilimci Guy Deutscher bu sorulara ikna edici cevaplar sunuyor. Kitap üç temel konuya odaklanıyor: dilin renk algısına, mekân algısına ve dilin cinsiyet ayrımına ilişkin “düşünce alışkanlıklarımız” üzerindeki etkilerine. Bugün dilbilim ve bilişsel bilimler alanında baskın olan görüşün aksine Deutscher, dilin düşünce üzerinde hiç de azımsanmayacak etkileri olduğunu savunuyor ve hayal gücümüzü zorlayacak ölçüde incelikli deney ve araştırmalardan faydalanarak bu savını destekliyor. Kitabın en güzel tarafı ise hem dilbilim tartışmalarının yakın takipçilerine hem de konuya hiç aşina olmayan kişilere hitap edebilmesi; zira yazar dilin hayatımızdaki yerini incelerken asla soyutlamalara başvurmuyor, aksine çok çeşitli dillerden verdiği örneklerle konuyu somut, sürükleyici ve esprili bir şekilde açıklıyor.

‘The Impossible (Kıyamet Günü)

Haftanın son gününde biraz daha macera dolu ve biraz da olsa geren bir filmden bahsetmeye ne dersiniz? Aynı zamanda bu film de daha önce bahsettiğimiz bazı filmler gibi ödüllü desem yorumunuz ne olur? Bu sorulara cevaplarınız olumluysa bu akşamın filmi olan ‘The Impossible’ filminden bahsedebiliriz.

Öncelikle filmimizin vizyon yılı 2012’ye aittir ve İspanyol yapımıdır. Filmin başrollerini Naomi Watts, Ewan McGregor ve Tom Holland paylaşıyor. Filmin konusuna gelecek olursak eğer bizi son derece acıklı bir hikaye beklemektedir çünkü hikayenin temeli 2004 yılında Hint Okyanusu depremi ve tsunami sırasında Tayland’da tatilde bulunan Maria Belon ve ailesinin yaşadığı gerçek olaylara dayanmaktadır. Film eleştirmenlerce olumlu yorumlar almış ve özellikle de Naomi Watts’ın oyunculuğu takdir görmüştür. Konusunu gerçek hayattan alan ve ödüllü filmleri izlemeyi seven biri olarak bu filmi de büyük bir merakla izledim diyebilirim. Aynı zamanda gerilim ve aksiyon dolu sahneleri izlerken nefesimi tuttum ve bazı noktalarında da gerçekten duygulandım diyebilirim. Eğer siz de bu tarz filmleri izlemeyi istiyorsanız bu filme de mutlaka bakın derim.

Mutlu, sağlıklı ve huzurlu bir akşam olsun 🙂

‘Özbilinç, yani kişinin kendini kendi düşüncesinin nesnesi kılabilmesi ancak benliğin ötekilikle karşılaşmasıyla mümkün hale gelir.’

Haftanın en eğlenceli gününde yine konusu ve işleniş tarzıyla farklı bir kitaptan söz etmeye ne dersiniz? Aynı zamanda bu kitap bize bazı şeyleri sorgulatıyor desem yorumunuz ne olur? Bu sorulara cevaplarınız olumluysa bu akşamın kitabı olan ‘Edebiyat Ne İşe Yarar?’ kitabına bakabiliriz.

Öncelikle kitabımız Metis Yayınları’ndan çıkmaktadır ve yazarı da Rita Felski’dir. Peki bu inceleme kitabında nasıl anlatılıyor ve ne anlatılıyor? İnsan neden okur? Edebiyat okumanın hoşça vakit geçirmek dışında bir faydası olabilir mi? Üniversitelerde neden edebiyat bölümleri vardır? Edebiyatın güzel ahlak sahibi, entelektüel bakımdan gelişmiş bireyler yetiştirmeye hizmet ettiği söylenebilir mi hâlâ? Edebiyat Ne İşe Yarar? özgün ve kışkırtıcı düşüncelerle dolu bir kitap. Okurun kendi okuma uğraşı hakkında, kurumların ise edebiyat eğitiminin gerekçeleri hakkında daha bilinçli olmasına yardımcı olmayı amaçlıyor. Farklı tarzlarda kitaplar okumayı seven ve sık sık farklı kitaplara da yönelmeye çalışan biri olarak bu kitaba da derin bir merakla başlamıştım ve bu merakta da ne kadar haklı olduğumu anladım diyebilirim. Eğer siz de bu tarz üzerine düşüneceğiniz bir kitap okumak istiyorsanız bu kitaba da mutlaka bakın derim.

Mutlu, sağlıklı ve keyifli bir akşam olsun 🙂

‘Hayat planlarımızın karaya oturmasından başka bir şey değildir.’

Haftanın son gününde yine konusuyla değişik bir filmden bahsetmeye ne dersiniz? Aynı zamanda bu film de diğer film gibi Oscar ödüllü desem yorumunuz ne olur? Bu sorulara cevaplarınız olumluysa bu akşamın filmi olan ‘Suyun Sesi’ filmine bakabiliriz.

Öncelikle filmimizin vizyon yılına bakacak olursak eğer 2017 yılı karşımıza çıkar. Filmin ilk gösterimi Venedik Film Festivali’nde yapılmıştır. Aynı zamanda film vizyona girdiği yılın en iyi on filminden biri olarak seçilmiştir. Peki bu kadar beğenilen bu filmde ne anlatılmaktadır?

Elisa Esposito, bebeklikte geçirdiği bir yaralanma sonucu boynunda izler oluşmuş, konuşma engelli ve sadece işaret dili ile iletişim kuran bir kadındır. Altında sinema salonu bulunan eski apartmanın küçük bir dairesinde tek başına yaşamaktadır ve 1960’ların başında, Soğuk Savaş döneminde Baltimore’da gizli bir hükûmet laboratuvarında temizlik görevlisi olarak çalışmaktadır. Elisa’nın çok yakın iki arkadaşı vardır. Bu iki arkadaşından biri, sanatçı bir adam olan komşusu Giles’tir. Bir diğeri ise iş yerinde tercümanlığını da yapan Afroamerikan meslektaşı Zelda’dır. Bir gün tesise Albay Richard Strickland tarafından Güney Amerika taraflarındaki nehirde yakalanmış ve tüp içine hapsedilmiş bir yaratık getirilir. Elisa ve Zelda o sırada yaratığın getirildiği bölümde temizlik yapmaktadırlar. Elisa, merakla tüpe yaklaşır ve tüpün içerisindeki yaratığın insansı bir amfibiyen olduğunu keşfeder. Elisa ve arkadaşı Zelda hemen oradan çıkarılsa bile Elisa, yaratığı gizli gizli ziyaret etmeye başlar ve bir süre sonra ikisi arasında yakın bir bağ oluşur. General Frank Hoyt, Uzay Yarışı’nda olası yararlarından faydalanmak için yaratığın incelenip öldürülmesi için Strickland’a emir verir. Laboratuvarda çalışan gizli Sovyet casusu Doktor Robert Hoffstetler ise daha fazla çalışma verisi elde etmek için yaratığı canlı tutmak için çabalar. Sovyet ajanları ise yaratığın Amerika’dan kaçırılması veya üzerinde çalışma yapılamaması için yok edilmesini ister. Elisa, Amerikalıların yaratık için ne planladıklarını öğrenir ve Giles’ı onu laboratuvardan kaçırmak için ikna eder. Bu sırada Hoffstetler, Elisa’nın planını öğrenir ve ona yardım etmeyi seçer. Bu süreçte Zelda da onlara katılır ve yaratığın kaçırılmasına yardım eder. Farklı tarzlarda ödüllü filmleri izlemeyi seven ve ilgilenen biri olarak bu filmi de son derece severek izledim diyebilirim. Aynı zamanda filmin çekimleri de son derece etkileyiciydi diyebilirim. Eğer siz de ödüllü bir film izlemek istiyorsanız ve konusu değişik olsun diyorsanız bu filme de mutlaka bakın derim.

Mutlu, sağlıklı ve huzurlu bir akşam olsun 🙂