‘İnsan, en gizli yalnızlığında bile sosyal çevrenin korunması veya kontrolü altındadır.’

Hafta içinin son gününde biraz daha bilgi dolu bir kitaptan bahsetmeye ne dersiniz? Aynı zamanda bu kitapta sadece tek bir düzlem yok desem yorumunuz ne olur? Bu sorulara cevaplarınız olumluysa bu akşamın kitabı olan ‘Hikaye Tahlilleri’ nden bahsedebiliriz.

Türkiye’de lise ve üniversitelerde okutulan edebiyat dersleri, metin tahliline dayanan bir programa göre yürütülmektedir. Ancak ilmi usullere göre metin tahlilinin nasıl yapılacağını örnekleri ile gösteren, öğretmen ve öğrencilere rehber olabilecek kitaplar yok denilecek kadar azdır. Prof. Dr. Mehmet Kaplan memleketimizde bu sahada çalışan ilim adamlarının başında gelmektedir.  Mehmet Kaplan metin tahlili usulünü Türk edebiyatında Tanzimattan sonra vücuda getirilen hikâyeler üzerinde uygulayarak elinizdeki eseri vücuda getirmiştir. Bu eser edebiyat dünyamızda ilk defa bir bütün olarak Türk hikâyeciliğini ele almakta ve günümüze kadar verilen eserleri değerlendirmektedir. Kitap, aynı zamanda, tahlil edilen hikâye metinlerini de ihtiav ettiğinden bir güldeste (antoloji) mahiyetindedir. Kitap yukarıda da söylediğim gibi birçok hikayeyi içerisinde barındırması ve aynı zamanda bu hikayelerin tahlillerinin yapılması bakımından son derece önemlidir. Siz de hem birçok hikaye okuyup hem de bunun tahlillerine bakmak istiyorsanız bu kitaba da mutlaka bakın derim.

Mutlu, sağlıklı ve huzurlu bir akşam olsun 🙂

“Dürtülerini inkar etmek bizi insan yapan şeyleri inkar etmektir.”

Haftanın üçüncü gününde klasik bir filmden bahsetmeye ne dersiniz? Aynı zamanda izlememiş olsanız bile en azından bir kere de adından duymuşsunuzdur? Evet birçoğunuzun da aklından geçtiği gibi bu akşam bahsedeceğim film ‘Matrix’.

Öncelikle filmimizin gösterim yılı 1999’dur. Filmdeki olaylar çok ileri bir tarihte teknolojinin son derece gelişmiş olduğu, yapay zekaya sahip makinelerin yaratılmış olduğu bir dünyada geçmektedir. Bu dünyada makineler ve insanlar arasında ortaya çıkmış, savaş sonucunda insan ırkı makineleri yenebilmek için onların enerji kaynağı olan güneş ışınlarının dünyaya inmesini engellemek adına, gökyüzünü kimyasal silahlarla siyah bulutlar oluşturmak suretiyle kapatmıştır. Bunun sonucunda enerji ihtiyacını karşılayamayan makineler yeni enerji kaynakları bulmaya yönelir ve insan vücudunun çok iyi bir enerji motoru olduğunu fark ederler. Böylece insanları köle olarak enerji üretimi için kullanmaya başlarlar ve herhangi bir isyan durumundan kaçınmak için insanların zihinlerini meşgul edecek bir program tasarlarlar. Bunun sonucunda köle insanlar aslında bilinçsiz bir şekilde uyurken zihinleri makinelere bağlı bir şekilde Matrix programının içerisinde her şeyden habersiz sanal bir dünyada yaşamaya devam ederler. Filmin başkahramanı Neo bu insan tarlalarında uyanır ve gerçek dünyada insanların yaşadığı tek yer altı şehri olan Zion’a götürülür ve gerçek dünyaya alıştıktan sonra Morpheus’un ekibiyle beraber makinelere karşı savaşmaya başlar. Aynı zamanda bu film dört Oscar ödülü alma başarısı da göstermiştir. Bununla birlikte ilginç noktalara bakacak olursak eğer bilgisayarlardan oluşan The Matrix evreni yeşil tonlarında tasvir ediliyor -tıpkı izleyici her şeyi bilgisayarların vasıtasıyla izliyormuş gibi; gerçek dünya ise mavi tonlarıyla resmediliyor. Buna karşın dış mekanlarda ise ya tek renkli ya da renkten tamamen yoksun bir hava yaratılıyor. Morpheus ve Neo arasındaki kavga sahnesinin sarı tonlarına hakim olması da bunu destekliyor; çünkü orası ne gerçek dünya ne de The Matrix olarak kabul görüyor. Neo’nun göbek deliğinden giren “böcek” Keanu Reeves için özel bir tasarım. Eğer zora düştüğünüz bir anda Matrix savunmasına (The Matrix Defense) başvuruyorsanız, karşınızdaki zanlıların bir suç işlemek üzere olduğunu ve onların gerçek dünyada değil de Matrix evreninde yaşadıklarına inandıklarını iddia etmeniz yeterli. Zira delilik savunmasının bir versiyonu olarak kabul gören Matrix savunması, bugüne kadar pek çok durumda başarıya ulaşmış

‘Hayatımızı oluşturan şeyin hafıza olduğunu fark etmek için ufaktan da olsa hafızanızı kaybetmeye başlamanız gerekiyor.’

Haftanın ikinci gününde diğer bahsettiğim kitaplardan biraz daha farklı bir kitaptan bahsedeceğim desem yorumunuz ne olur? Peki bu kitap yaşanan olaylardan bahsediyor desem yorumunuz ne olur? Bu sorulara cevaplarınız olumluysa bu akşamın kitabı olan ‘Karısını Şapka Sanan Adam’ kitabından bahsedebiliriz.

Öncelikle kitabımızın yazarı Oliver Sacks ve yayınevi de Yapı Kredi Yayınları. Kitabımızın basım yılı 1985 ve kitabın içindeki her olay nörolojist Oliver Sacks tarafından anlatılıyor ve hepsi de ayrı ayrı bizi başka dünyalara götürüyor. Aynı zamanda kitap yine kitap içinde geçen bir hikayeden adını almış ki her vaka gibi bu vakayı da mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum. Kitabın genel içeriğine bakarsak genel anlamda dört bölümden oluşur ancak içinde anlatılan toplam on dört vaka vardır. Her biri beynin farklı bir fonksiyonuyla ilişkilendirilmiş olaylardır. Yazarın bu kitabı haricinde başka kitapları da vardır ve bu kitabında da hikayelerle beraber kendi yorumunu içeren notlar da bırakmıştır.

Farklı tarzda kitaplar okumayı seven biri olarak bu kitabı da son derece severek ve uzun uzun araştırmalar yaparak okudum diyebilirim. Aynı zamanda fark ettim ki yazarın başka bir kitabının filme uyarlanmış halini izlemişim ki bu da beni ekstra olarak etkiledi. Kitabın dili hakkında da şunu söyleyebilirim: Bu terminolojiye yabancıysanız bile zorluk çekmeden keyifle okuyorsunuz. Eğer siz de benim gibi ya biraz farklı türde kitaplar okuyayım diyorsanız bu kitaba da mutlaka bakın derim.

Mutlu, sağlıklı ve huzurlu bir akşam olsun 🙂

‘Her kim bir hayat kurtarırsa, bütün dünyayı kurtarmış sayılır.’

Haftanın dördüncü gününde klasik haline gelmiş bir filmden bahsetmeye ne dersiniz? Aynı zamanda bu film son derece etkileyici desem yorumunuz ne olur? Bu sorulara cevaplarınız olumluysa bu akşamın filmi olan ‘Schindler’in Listesi’ nden bahsedebiliriz.

Öncelikle film hakkındaki genel bilgilerden bahsedelim. Schindler’in Listesi, Oskar Schindler adlı bir Alman işadamının 2. Dünya Savaşı zamanında Polonya’da kurduğu fabrikada Yahudi işçileri çalıştırması ve bu sayede 1100 Yahudi’nin hayatını kurtarmasını konu alıyor. Gerçek bir hayat hikayesinden uyarlanan film, ünlü yönetmen Steven Spielberg’in en önemli yapıtları arasında sayılan ve ona Oscar kazandıran bir yapımdır. Film, 1994 yılında 12 dalda Oscar’a aday olmuş ve 7 dalda ödül kazanmıştı. Filmin kazandığı Oscar’lar şöyle : En İyi Film, Yönetim, Kurgu, Sanat Yönetimi, Görüntü, Özgün Müzik ve Senaryo Uyarlaması. Film hakkında bilinmesi gereken diğer ayrıntılara bakacak olursak eğer Hollywood’un en başarılı yönetmenlerinden biri olan Spielberg, o zamana kadar çektiği yüksek bütçe getirisi olan filmler sayesinde zaten yüksek standartlarda bir hayat yaşamaktaydı. Schindler’s List kadar önemli bir filmi de finansal bir beklenti içinde olmadan çekmeye karar verdi. Filmin kazandıracağı parayı “kanlı para” olarak tanımlayan Spielberg, parayı holokostu anmak için kendisi tarafından kurulmuş Shoah Vakfına bağışladı. MCA/Universal şirketinde filmin siyah-beyaz olmasını isteyen sadece Steven Spielberg ve görüntü yönetmeni Janusz Kaminski’ymiş. Diğer herkes çok geleneksel olacağını söyleyerek bu fikre karşı çıkmış. Alman Dışa Vurumculuğu’ndan ve İtalyan Gerçekçiliği’nden etkilenen Spielberj ve Kaminski filmin “demode” olmasını ve bu formatta çekilmesini istemiş. Soykırımı sadece bunu yaşayanların tanıklığından ve siyah-beyaz kayıtlardan bilen Spielberg, filmin siyah-beyaz olmasını daha uygun görmüş. Ayrıca Schindler’s List bugüne kadar çekilen en pahalı siyah beyaz filmdir.

Klasik filmleri izlemeyi seven biri olarak bu filmi de son derece severek ve aynı zamanda duygusal olarak etkilenerek izledim diyebilirim. Bu filmle alakalı sahneler ve ayrıntılar da beni son derece etkiledi diyebilirim. Eğer siz de bu tarz klasik filmleri izlemeyi seviyorsanız bu filme de mutlaka bakın derim.

Mutlu, sağlıklı ve huzurlu bir akşam olsun 🙂

“Konuşan insan, öyle kolay kolay dertten ölmez. Bir insan konuşmadı da içine gömüldü müydü, sonu felakettir.”

Haftanın dördüncü Türk edebiyatı için önemli olan bir klasikten bahsetmeye ne dersiniz? Aynı zamanda bu klasiğin adını en az bir kere duymuşsunuzdur desem yorumunuz ne olur? Bu sorulara cevaplarınız olumluysa bu akşamın kitabı olan ‘İnce Memed’ kitabından bahsedebiliriz.

Öncelikle yazarın İnce Memed eseri birçok kitaptan oluşmaktadır ancak benim bu akşam bahsedeceğim kitapların başlangıcı olan ilk kitap. Kitabı benim için önemli yapan noktalardan biri dildeki ve karakterlerdeki samimiyeti hissetmem oldu. Bununla birlikte kitapla alakalı söyleyebileceğim bir başka şey de bahsedilmek istenen konunun gerçekliğin dışına çıkmadan son derece tutarlı ve sağlam bir zemine oturtulmuş olması. Peki bahsetmek istediği bir konu olduğunu söylemişken nedir bu konu? Bu roman Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında geçer. Anadolu halkının geri kalmışlığı, cahil bırakılmışlığı, köy hayatının sefaleti ve ağaların tüm yöreye tamamen hakim olması üzerine bu duruma karşı bir isyan öyküsüdür. Aynı zamanda bu roman Türk edebiyatının gelmiş geçmiş en iyi romanın olarak da seçilmiştir.

Klasikleri ve farklı konularda romanlar okumayı seven biri olarak bu kitabı da son derece keyif alarak ve bir o kadar da üzerine düşünerek okudum diyebilirim. Eğer siz de hem üzerine düşüneceğiniz keyif alacağınız ve aynı zamanda klasik olan bir kitap okumak istiyorsanız bu kitaba da mutlaka bakın derim.

Mutlu, sağlıklı ve keyifli bir akşam olsun 🙂

‘Rüyalar, onları görürken gerçekmiş gibi gelir, değil mi? Sadece uyandığımızda bazı şeylerin garip olduğunu fark ederiz.’

Haftanın son gününde klasikleşmiş bir filmden bahsetmeye ne dersiniz? Aynı zamanda bu filmin oyuncu kadrosu ve türü son derece ilgi çekici desem yorumunuz ne olur? Bu sorulara cevaplarınız olumluysa bu akşamın filmi olan ‘Inception (Başlangıç)’ filminden bahsedebiliriz.

Öncelikle filmimizin başrolünde Leonardo DiCaprio, Marion Cotillard, Tom Hardy gibi oyuncular yer almaktadır. Filmimiz bilimkurgu tarzındadır ve hem yazanı hem de yönetmeni Christopher Nolan’dır. Peki bu filmin konusu nedir? Dom Cobb (Leonardo DiCaprio) çok yetenekli bir hırsızdır. Uzmanlık alanı, zihnin en savunmasız olduğu rüya görme anında, bilinçaltının derinliklerindeki değerli sırları çekip çıkarmak ve onları çalmaktır. Cobb’un bu ender mahareti, onu kurumsal casusluğun tehlikeli yeni dünyasında aranan bir oyuncu yapmıştır. Ancak, aynı zamanda bu durum onu uluslararası bir kaçak yapmış ve sevdiği her şeye mal olmuştur. Cobb’a içinde bulunduğu durumdan kurtulmasını sağlayacak bir fırsat sunulur. Ona hayatını geri verebilecek son bir iş; tabi eğer imkânsız “başlangıç”ı tamamlayabilirse. Mükemmel soygun yerine, Cobb ve takımındaki profesyoneller bu sefer tam tersini yapmak zorundadır; görevleri bir fikri çalmak değil onu yerleştirmektir. Eğer başarırlarsa, mükemmel suç bu olacaktır. Ama ne dikkatle yapılan planlamalar, ne de uzmanlıkları onları, her hareketlerini önceden tahmin ettiği anlaşılan tehlikeli düşmanlarına karşı hazırlıklı kılabilir. Bu, gelişini sadece Cobb’un görebildiği bir düşmandır. Olay yeri ise zihniniz. Aynı zamanda bu film bize birçok hayat dersi de verir diyebiliriz. Bu fikirlerden bazıları şunlardır: Hayatta her şey bir fikirle başlar, bilinçaltı sınırsız bir kaynaktır ve kullanmayı öğrenmemiz gerekir, kaçınmak bir çözüm değildir, pozitif motivasyonlar negatiflerden daha güçlüdür…

Klasikleşmiş filmleri izlemeyi seven biri olarak bu filmi de son derece beğendim diyebilirim. Aynı zamanda Christopher Nolan filmi olması ve oyuncu kadrosu beni son derece cezbetti diyebilirim. Eğer siz de benim gibi klasik filmleri izlemeyi seviyorsanız bu filme de mutlaka bakın derim.

Mutlu, sağlıklı ve huzurlu bir akşam olsun 🙂